26 Ağustos 2020 Çarşamba

Arzu'nun Felsefesi / Politikası

Arzu, varlığa içkin bir kavramdır. Bu kavramsallığın kendisinde yaşamın tezahürü ortaya çıkar. Arzu, aşkınlaşmaya başladığında hiçleşmekte ve pasifleşmektedir. Böylelikle Arzu'nun yaşamsal düzlemde bir işlevi kalmamakta ve çileci bir olguya dönüşmektedir. Arzu'nun bir özü yoktur. Özcülük bir yanılsamadır. İktidar gibi kapma aygıtları, bireylerin Arzu'sunu kaptığında  kitleler faşizmi arzularlar. Bu kapma aygıtı karşısında kaçış çizgileri oluşturmak gerekecektir. Hiyerarşik ve devletçi mekanizmalar karşısında Arzu özgürleştirici bir potansiyele sahip olmalıdır. Eğer Arzu bireyselliğe hapsolursa -ve kendini devindirecek güce sahip olamazsa-, bir fantazmdan ibaret kalacaktır. Arzu hiçbir ideolojik kurumun esiri değildir, ama ideolojik kurumlar tarafından esirleştirilir. Despotik kurumların altında yeniden biçimlendirilir. Kolektif bir eyleme karşı lacivert ordusunu 'hazır ol'da bekletir. Böyle bir durumda nasıl bir praksis ortaya koyulabilir?

Minöriter bir başkaldırıyı yadsımak olanaksızdır. Saltık bir şey varsa eğer, o da minörün başkaldırısıdır. Minör oluşumları dışlamak bir tutarsızlıktır. Eğer azınlık değil de çoğunluk önemseniyorsa, orada devrimci-oluştan söz edilemez. Devrimci, dışlayıcı değil kapsayıcıdır, olumsuzlayıcı değil olumlayıcıdır. Tabii ki bu herkesi olumlamak anlamına gelmez.

Praksisin önemselliği minör oluşumlara yapılan vurguda yatar. Eğer devrimci yapay yeryurtların esiri olursa, Arzu'sunu özgürleştiremeyecektir. Böylelikle bir partinin ve sendikanın egemenliği altına girecektir. Halbuki Arzu, yapay yeryurtlara ihtiyaç duymayacak kadar özgür ve göçebedir.

Arzu ya devrimci oluştur ya da faşist oluş. İlki savaş makinesine, diğeri ise merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Arzu kavramı üzerine yoğunlaşan Deleuze ve Guattari, felsefi olduğu kadar politik bir Arzu teorisi ortaya koydular. Böylelikle Arzu'yu özgürleştirmenin önünü açarak hiyerarşik yapılara karşı bir kaçış çizgisi oluşturdular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder