27 Eylül 2020 Pazar

Felsefenin Yaşama İnmesi Üzerine Bir Deneme

Felsefeyi teorik bilgiye indirgemek, felsefeye yapılan en büyük ihanetlerden biridir. Peki felsefeyi salt etimolojik tanımıyla ele alıp, bilgiyi ve bilgeliği sevmeye indirgeyenlere ne demeli? Felsefeyi yaşamdan soyutlayarak onu diri diri mezara gömmüş olmuyormuyuz? Pratikten yoksun bir felsefe, ölü düşünceler yaratmaz mı?

Bu soruları sormak mühim bir şey çünkü felsefenin yaşamsal işlevini saptamadan, felsefeyi farkında olmadan majör bir düşüncenin hizmetine sokmuş oluyoruz. Felsefe diye bir şey var, evet, ama neye ve hangi egemen güce hizmet ediyor?

Felsefeyi apolitize etme çabası boş ve anlamsız bir çabadır. Kişisel olan her şey politik olduğu gibi felsefeyi de politik olandan bağımsız bir şekilde düşünmek olanaksızdır. Felsefeyi tehlikeli hâle getirmedikten sonra akademik unvana sahip "kitap yüklü eşek" diyebileceğimiz akademisyenler/entelektüeller gözümde pek saygıya değer görünmüyor. Tüm akademisyenleri kast ettiğimi düşünmeyin. Kitap yüklü eşek derken, "entelektüel gevezelik yapan" akademisyen tipolojisini kast ediyordum. Bu yazıyı biraz da onları kışkırtma amaçlı yazdığımı itiraf etmeden geçemeyeceğim.

Evet, ne diyorduk? Felsefeyi tehlikeli hâle getirmeyi, yaşama indirmeyi, praksis felsefesine vurgu yapmanın önemini hâlâ kavrayabilmiş değiliz. Kitaplardan öğrendiğimiz şeyler, kendi başına yeterli bir fenomen değil.

Anlığımızda bir sürü düşünce yaratabiliriz, düşünce vardır, ama kendinde vardır. Dışsallaşmadığı sürece ölü bir düşünce olarak kalacaktır. Dışsallaştıktan sonra ise politik bir işleve sahip olacaktır. Burada dikkat çekmemiz gereken şey ise, düşüncenin pratiğe aktarımında neyin ölçü alınacağıdır. Minör müdür, majör müdür? Dışlayıcı mıdır, kapsayıcı mıdır? Arzuya hitap ediyor mu, etmiyor mu? Bu soruları sormadıktan sonra praksis felsefesini farkında olmadan majör bir temele oturtmuş olacağımızı sanıyorum.

Felsefe minör olanı yani azınlığı esas alıp, kolektif bir şekilde mücadele edildiğinde ölü düşünceden kurtulacak bir işleve sahiptir. Camus'nün "Başkaldıran İnsan"da dediği gibi: "Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri."(1) Felsefe "hayır" demektir, hayırdan kasıt zorbalık ve tahakküme yapılan kolektif bir başkaldırıdır. Felsefe salt yaşam karşısında "evet" dediği (olumladığı) zaman zorbalığa karşı "hayır" diyebilir.

İtirazlarınızı şimdiden duyabiliyorum. Ama bu felsefe değil ki diyeceksiniz. Evet, bu sizin felsefeniz değil, ezilenlerin felsefesidir. Minör oluşların politik ontolojisidir. Arzuya hitap eder, farklılıkları olumlar, anti-hiyerarşik ve anti-devletçidir. Platon'un sınıfsal aristokratik devletine karşı olduğu gibi, Thomas More'un ütopik sosyalist devletine de karşıdır. Minör oluşların bir özünden söz edemeyiz, minör olan komünal olandır. Tekillik içinde çokluğu barındırır. Çokluğun olmadığı yerde sürüleşmeden başka bir şey yoktur. Felsefe bu çokluğun yaşamsal işlevini kolektif bir şekilde irdeler, çünkü felsefe bizatihi politiktir.


(1) Albert Camus, Başkaldıran İnsan, Can Yayınları, Syf: 23


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder